Kapcsolódó könyvek
Lajos Zilahy - İki esir
Savaş... İnsan yaşamı için gerçek bir travma, tüm kötülüklerin kaynağı, sevginin ve tutkunun en yakın düşmanı.
Yaşadıkları aşkı hiçbir şeyin yok edemeyeceğine inanan Peter ve Miette, o yakın düşmanın zulmünü en derinden yaşayan iki gençtir.
Peter, I. Dünya Savaşı'nın en ağır koşullarının yaşandığı ülkesi Macaristan'da orduya yazılır ve ne yazık ki bir süre sonra esir düşer. Yıllar süren ayrılık ve acılar iki genci derinden yaralar. Ama yaşadıkları aşk her zorluğa katlanmaları için tek dayanaklarıdır.
Peter savaşın oradan oraya savurduğu yitik hayatlar içinde ayakta kalmaya çalışırken Sibirya'nın en ücra köşelerinde yaşam savaşı verir, ama bu iki gencin öyküsü burada, bu lanet yerde hiç beklenmedik bir biçimde birbirine bağlanır.
Mór Jókai - Kanlı Lâle
Yazarın konusunu Türk Tarihinden alan romanlarından biri olan Beyaz Gül'de (Kanlı Lale) III. Ahmed (1703-1730) döneminde Patrona Halil'in, Sultanın odalıklarından Beyaz Gül'e olan aşkı, O'nunla evlenmesi, yükselişi ve düşüşü anlatılmaktadır.
Yazar, Türk idaresindeki Macaristan'ı ve Türklüğü yakından ilgilendiren, Erdel'in Altın Çağı, Macaristan'da Türklük Alemi, Yeniçerilerin Son Günleri gibi eserler kaleme almış, meşhur bir Macar romancısıdır.
Sándor Márai - Parma Kontesi
''Şimdi ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bu yüzden yazmayı ve daha birçok şeyi öğrendim. Hepsi için çabaladım, çünkü seni seviyordum! Sözlerimi doğru anla, Giacomo! Yumuşak bir sesle fısıldamayacağım: 'Seni Seviyorum!' Ağır bir itham gibi yüzüne haykırmak istiyorum, duyuyor musun, Giacomo: Seni Seviyorum! Bir yargıç gibi seni huzuruma çağırıyorum: Seni Seviyorum! Seni yepyeni bir yaşama uyandırmak istiyorum, yürümekte olduğun yoldan seni çekip alıyor ve bağımlı olduğun kanunu söküp atıyorum, çünkü ben seni seviyorum! Seni sevmek benim kaderim...''
Ölümünden yıllar sonra dünya çapında ün kazanana, adı yirminci yüzyılın edebiyat ustaları arasında sayılan Sandor Marai'nin en sevilen romanlarındandır Parma Kontesi. Bu romanında Marai, sevgiyi, aşkın faniliğini ve sürekli yenilenen yaşama sevincine dair bir ütopyayı anlatıyor.
Magda Szabó - Kapı
Bir yazar ve ona ev işlerinde yardımcı olan yaşlıca hizmetçisi. Önceleri birbirlerini anlamakta ve benimsemekte zorlanırlar. Zamanla, çocukluk ve gençlik travmaları Macaristan'ın yakın tarihiyle birlikte örülmüş, bu başına buyruk, mesafeli, tragedya kahramanlarını andıran anne figürüyle yazar arasında çatışmalı ve neredeyse tutkulu bir ilişki kurulur. Hayvanların ve insanların dilinden anlayan, cesur, bilge Emerenc, yazarın yaşama, sanata ve ölüme ilişkin doğru bildiklerini sorgulamasını sağlar.
Magda Szabó'nun ince hüzünlü bir mizah duygusuyla kaleme aldığı, otobiyografik unsurlar da taşıyan bu romanı ona 2003 yılında yabancı roman dalında Fransa'nın en saygın ödüllerinden olan Femina'yı kazandırdı.
Imre Kertész - Doğmayacak Çocuk için Dua
Doğmayacak Çocuk İçin Dua, İkinci Dünya Savaşı'na ve Faşizm'e tanıklık etmiş, Auschwitz'in çocuk kurbanlarından biri iken Hitler' in soykırımından sağ çıkmayı başarmış Yahudi bir Macar aydınının iç hesaplaşması. Çocuk sahibi olmak istemediği için evliliği son bulan R. bu iç hesaplaşmada ister istemez toplumsal tarihe ve onun içinde yer almış olan kendi bireysel tarihine, başka bir deyişle Yahudi olarak kendi yazgısına da geri dönmek zorunda kalır. Kendisini seven ve normal bir yaşama dönmesi için yüreklendiren karısına karşın, dünyaya karşı duyduğu derin güvensizlik, B. 'yi adeta çift kişilikli biri yapmış, bilincinin silinmez bir parçası haline gelmiştir. Kendi geçmişini hala büyük bir yük olarak sırtında taşıyan B. ondan kurtulmanın tek yolunun içine kapanmak ve yazmak olduğunu düşünün Oysa Ausehwitz'i bahane etmesinin gerçek nedeni, belki de yaşamla başa çıkamamasıdır. B.'nin, dünyaya getirmeyi reddettiği çocuk için okuduğu dua, öldürülen milyonlarca kişi için, doğmamış kuşaklar için ve bağnazlık ve kinle karalanan her bir yaşam için de bir ağıttır. 1944 yılında soykırımdan ve toplama kamplarından sağ çıkmayı başarmış olan Imre Kertesz, bu kısa ama izleri okurun belleğinden silinmeyecek romanında, tarihin karanlık bir noktasının ve Yahudi 'damgası'nın birey üzerindeki yıpratıcı gücünü çarpıcı bir biçimde betimliyor.
Attila Bartis - Sessizlik
Kadınlar, erotizm, öfke ve ironi... İç içe geçen yaşamlar, düşe sızan gerçekler, gerçeğe karışan kâbuslar. Kahramanların iç dünyasında kaybolurken, yürüdüğünüz yolların, aynı zamanda Budapeştenin hüzünlü geçmişine ait olduğunu keşfedeceğiniz bir yolculuğun da adı üstelik.
Sessizlik, geçmişe yaslanıp geleceği beklemek değil midir? Peki sessizliği aramak, ondan kurtulmak için çırpınmak, yaşamın trajikliğine denk düzmez mi?
Eleştirmenler tarafından Macar romanının yeni bin yıldaki en iyi ilk örneği olarak kabul edilen ve birçok dile çevrilip Alman Televizyonu SWR tarafından 2006 Ocak ayının en iyi romanı seçildi.
Ismeretlen szerző - Evrenle Ölç Kendini
Özgürlüğün ağırbaşlı oğlu Attila József'in doğumunun 100. yılı anısına yayımlanan kitapta, şairin şiirleri ve onun eserleri için yazılan çözümlemeler yer alıyor.
Imre Madách - İnsanın trajedisi
Taşralı bir Macar soylusu l859 yılının l7 şubatında eline tüy kalemini alıp, insanın ve insanlığın varlığının anlamını, savaşımları, acıları, başarıları ve yenilgileriyle tüm tarihinin anlamını, amacını, ta yaradılıştan başlayarak sisli ufuklarda kaybolan uzak geleceğe değin başından sonuna kadar düşünerek, akıllara durgunluk verecek bir tempoyla, bir yıldan biraz fazla bir süre içinde, tam onyedi tüy kalemi eskiterek bu manzum dramı yazdı.
1860 yılının 26 martında macar edebiyatının en tanınmış ve aynı zamanda en tartışmalı yapıtlarından biri, "İnsanın Trajedisi" doğdu.
Bu yapıtı kimileri anlamsız, saçma bulur; kimileri önemi açısından Goethe ve Dante'nin büyük manzum dramlarına benzetir; kimilerine göre ise her iki görüşte de bir ölçüde gerçek payı vardır.
Dramın mekânı dünyamız, hatta bütün kâinattır. Konusu insanlığın tarihi. Zamanı ise geçmiş ve gelecek. Dramın başında, "Büyük eser bitti, tamam ; dönüyor çarklar dinleniyor yaradan" sözleriyle yaradılışın sona erdiğini duyuran Rab, övgüler düzen meleklerinin şenliklerini seyrediyor. Bu havaya katılmayan tek biri var, o da İblis. Rabbın zıddı, inkârın ruhu olan şeytan, Tanrının eserinin mükemmellikten ne kadar uzak olduğunu kanıtlamak için, kendi payına düşenin, kendi hakkının, ışığa karşı gölgenin de var olması hakkının ona verilmesini ister ve Adem ile Havvayı aldatmakta kullanacağı bir karış toprakla cennetin yasaklanmış iki ağacını Tanrıdan alır.
Madách "İnsanın Trajedisi" ni bitirirken, sonuç çıkarmayı da ihmal etmiyor. Son sahnede Tanrının, insanın mücadelesinin anlamını anlatan sözlerini sonuç olarak yorumlayabiliriz. Ama okuyucunun çıkaracağı sonuç gene de yazarınkinden farklı olabilir. Kaldı ki, Trajedi'nin son sahnesinin yorumu, yapıtın doğuşunun üstünden geçen 130 yılı aşkın bir süredir yazılmış yüzlerce, binlerce sayfalık yorumların ancak bir tanesidir.
Magda Szabó - Iza'nın Şarkısı
Ne acımasız bir şefkat!
Sevgi her zaman bu kadar sahiplenicidir belki de!
Sarsıcı bir köklerinden koparılış hikâyesi; günlük hayatta yaşanan kırgınlıkların, yaralanmaların, düş kırıklıklarının, suçluluk hissinin, sürgünlük duygusunun, anlayışsızlığın, iletişim güçlüklerinin, duygusal geçirimsizliklerin, pişmanlıkların, yasın ve metanetin, şefkat ve sevginin romanı. Gücünü, birbirinden öylesine farklı "çiftler"i -ana-kız, karı-koca, ana-baba- birlikte ya da yan yana yaşatma ustalığından alan bir kitap.
Bayan Szöcs, kocasının ölümü üzerine evini, kasabasını, taşralı geçmişini geride bırakıp Budapeşte'de yaşamakta olan kızı, başarılı doktor Iza'nın yanına taşınmayı kabul eder. Iza onun için en iyi olanı yapmaya çalıştığını düşünerek annesine yepyeni bir "hayat" hazırlar. Ama yaşlı kadın kendisine ait hiçbir şey barındırmayan bu hayata, bu modern çağa ayak uydurmaya çalışırken yavaş yavaş taşlaşır... Ta ki bir gün doğduğu kasabaya dönme kararını verene kadar.
Çağdaş Macar edebiyatının en büyük ustalarından Magda Szabó, büyük dönüşümler geçiren bir toplumda kuşaklar arasında, gelenek ile modernite arasında yaşanan çatışmayı, her şeyi anlatacak kadar sıradan sözcüklerle, büyük bir incelikle aktarıyor. "Her şey yok olmuştu, eski yoksulluklarından büyük bir sabırla, bitmez tükenmez bir maharet ve ustalıkla kurtarmış olduğu her şey; tahripkâr zamanı kandırma becerilerinin hiçbir tanığı kalmamıştı geriye."
Péter Esterházy - Bir kadın
Bir rüya kitabı bu, bütün rüyalar gibi de gerçekten başka bir şey değil.
Attila József - Temiz yürekle
"Attila Jözsef'in şiirinde ilk bakışta çarpan, içtenliği, hatta kabalığı, doğrudan tavrıdır. Aynı zamanda kesinliği. Ve gerçek tonu. Sanki o zorlu yaşantısının dışındaymış gibi imgelerinin nasıl patladıkları hemen fark edilir: Ülkesi tarafından belirlenmiş sefil, göçebe, militan deneyinden çıkmıştır bu imgeler. Ama, her şeyi, kişisel yenilginin mutsuzluk karşısında bir zafere dönüştüğü o yüceliğe çıkartma, övme yeteneği vardır onda. Hep işaret eder ve önceden benimsenmiş ilkeler adına olmaktan çok, şiirde ulaştığı o yücelik adına işaret eder. Aynı zamanda da söyler söyleyeceğini."
Eugene Guillevic
Endre Ady - Kan ve Altın
Kan ve Altın yirminci yüzyıl Macar şiirine içerik ve biçim açısından yenilikler getiren Endre Ady'nin (1877-1919) savaşa, haksızlığa ve para tutkusuna karşı; sevgiden, özgürlükten ve barıştan yana şiirlerini bir araya getiriyor. Tahsin Saraç ''alışılmamış benzetmeler, yeni anlatımlar, diri duygu ve imgelerle örülmüş'' bu şiirleri severek çevirdiğini söylüyor. İnsana onur veren kavramları ele alan bu şiirlerin çeşitli Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'de de ilgi göreceğine inanıyoruz.
Ferenc Herczeg - Paganlar Altınkapının Yolcuları
1065 tarihi Peçenek boyunun kanlı batışının yılı olmuştur. Korkunç kardeşleri Uzlar, sonra da Kumanlar bunların üzerine akın ettiler. Peçenek kaplanının üzerine Kuman aslanını saldırtabilmesi Bizans siyasetinin parlak bir zaferi olmuştu. Peçeneklerin yaman savaşçılıkları bir kere daha parlayarak yüzyılların tarihini aydınlattıysa da, bu dehşetli zorlamaya dayanamayan ulus eridi gitti. Kahramanlığın asıl yurdundan çıkıp gelen taze kuvvetli Kumanların saldırışları onları ezdi. Ondan sonra artık Peçenek soyu yoktur. Kumanlar sonra Bizanslılara dönmüşler ve altmış bin atlı ile imparatorluk ülkelerine, hatta Hellas'a bile yayılmışlardır. Fakat Bizans'a kadar onlar da varamadılar.
Ferenc Molnár - Pál sokağı Çocukları
Nemecsek, Boka ve Pál Sokağı’nın öbür çocukları 1907 yılında Budapeşte’nin yoksul Józsefváros semtinden yola çıktılar. Bugün artık bütün dünyada tanınıyorlar. Bugüne kadar her yaştan milyonlarca insan onların dokunaklı hikâyesini okudu; tıpkı Budapeşteli çocuklar gibi onlar da Boka’nın cesaretine hayran oldu, Nemecsek’in ürkek ama kararlı kahramanlığı karşısında gözyaşlarını tutamadı. Şimdi artık Pál Sokağı Çocukları’nın Arsa’sında kocaman çok katlı evler var. Ama ne gam: Dünyanın bütün çocukları
Pál Sokağı’ndandır!
Imre Kertész - Polisiye Bir Öykü
Macar yazar Imre Kertész, Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmayacak Çocuk İçin Dua adlı romanlardan oluşan üçlemesiyle 2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştü. Kertész, bu yarıotobiyografik üçlemesinde, II. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin toplama kamplarında yaşadıklarını ve yaşananları olağanüstü bir dille anlatıyordu. Polisiye Bir Öykü ise, adının ilk ağızda çağrıştırdıklarının tersine, alışılmış anlamda bir polisiye değil. Yazarın sansürden korunabilmek amacıyla anlatı mekânı olarak seçtiği kurmaca bir Latin Amerika ülkesindeki zorba yönetime bağlı gizli polis örgütünün keyfi uygulamaları üstüne özlü bir öykü. 1970’lerin sonlarına doğru yazılmış olan Polisiye Bir Öykü’nün, bildik Kertész romanlarından bir farkı var: Çoğu kez olup biteni kurbanın gözünden anlatmayı yeğleyen yazar bu kez olay örgüsünü bir işkencecinin gözünden aktarıyor. Polisiye Bir Öykü, zekice kurgulanmış, insanın kanını donduracak kadar soğukkanlı bir yergi.
István Örkény - Bir Dakikalık Öyküler
Kitaptaki öyküler kısa olmalarına karşın çok değerlidir. Öncelikle okura zaman kazandırdıkları için. Öyküleri okumak öyle haftalarca dikkat harcamayı gerektirmez. Bir Dakikalık Öyküler rafadan yumurta kaynarken ya da aradığımız kişi telefona yanıt verene dek (eğer telefon meşgul değilse tabii) okunabilir.
Moral bozuklukları, kaygılı ruh halleri, öykülerin okunmasına kesinlikle engel değildir. Öyküler oturarak ya da ayakta; rüzgarda, yağmurda, karda, balık istifi bir otobüste, hatta birçoğu yolda yürürken bile okunabilir.
Öykülerin başlıklarına lütfen dikkat edelim. Yazar kısa ve öz olmalarına özen göstermiş, gelişigüzel adlar seçmemiştir. Tramvaya bineceğiniz zaman önce numarasını okuruz değil mi? İşte öykülerden önce de aynı dikkatle başlıkları okumak gerekir. Ancak yalnızca başlıkların okunması elbette yeterli olmayacaktır. Önce başlık, sonra öykü. Önerilen tek okuma yöntemi budur. Dikkat! Anlayamadığınız öyküyü tekrar okuyun lütfen! Hala anlamıyorsanız sorun okurda değildir öyküdedir. Okur aptal olamaz, olsa olsa öyküler kötüdür!
Imre Kertész - Tasfiye
2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Imre Kertész, ilkgençlik çağında Nazilerin toplama kamplarının vahşetini yaşamış bir yazar. Türkiyeli okuyucunun Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmamış Çocuk İçin Dua adlı romanlardan oluşan yarı-otobiyografik üçlemesiyle tanıdığı Macar yazar, Tasfiye adlı romanında, Auschwitz Kampı’nda dünyaya gelmiş bir yazarın intiharla sonlanan yaşamöyküsünü anlatıyor. Dostlarının, yazarın belgeleri arasında buldukları “Tasfiye” adlı üç perdelik komedi, intiharın gizlerini açığa çıkaracak mıdır? Imre Kertész’in Tasfiye’si, yalnızca Nazilerin gerçekleştirdiği soykırımı değil, aynı zamanda insanoğlunu insanlıktan çıkaran tüm baskı yönetimlerini yaşamış olanların ruh yaralarının romanı. Kadersizlik’le ünü tüm Avrupa’ya yayılan Imre Kertész, bir kez daha benzersiz bir romanla karşımızda.
Ferenc Karinthy - Epepe (török)
Helsinki'de toplanacak bir dilbilim kongresine gitmek üzere uçağa binen, ama yolculuğun sonunda kendisini, anlamadığı bir dilin konuşulduğu, tanımadığı büyük bir kentte bulan Budai adlı bir dilbilimcinin hikayesi bu. Ne bildiği onlarca yabancı dil, ne de kentin dilini çözmek için başvurduğu sınanmış yöntemler, Budai'nin bu tuhaf dilin tek bir kelimesini bile anlamasına yetmez. Kendisine bir çıkış yolu bulmak için umutsuzca çırpınırken, çevresindeki iletişimsizlik duvarı daha da yükselir. Çağdaş bir megapolün tanıdık görüntülerinin ardında, her şey yabancı ve insansızdır. Budai iletişimsizliğin dipsiz kuyusunda çırpınırken, hapse düşer, geçici aşklar yaşar, hatta, nedenini kesinlikle anlamadığı bir ayaklanmaya bile katılır. Epepe boğucu, tuhaf bir karabasan; insandaki en güçlü saplantıyı, çok iyi tanınan bir dünyada yabancı haline gelme korkusunu deşen bir kitap.
László Darvasi - Santrforun Rüyası
“1967-68 sezonunda şeytanın yattığı yeri bilen, şike ve üçkâğıtçılığın her türlüsüne hazır bir Bulgar oyuncu penaltı noktasında hidayete erdi. Daha sonra Ortodoks Rila Manastırı’nın ikinci papazına bunu şöyle anlatacaktı: maçın ortasında tam da her iki ayağıyla rakip kalecinin göğsüne sıçramak üzereyken baş melek Cebrail görünmüştü. Cebrail ateş çemberi içinde kor haline gelmiş bir topla korkutmuştu onun gözünü.
Papaz üzüntüyle başını salladı ve kapıyı arkasından kapattı.
Ziyaretçiler daha uzun yıllar Rila Manastırı’nın gizli bahçelerinde topun tekdüze sekişini duyacaklardı.”
Fanteziyle gerçek olayların, sahici tiplerle hayalî kahramanların birbirine karıştığı anlatılar. Şahane uyduruk efsaneler. Futbol âlemine dair fanteziler – futbol hastalarını da, en az futbolla hiç ilgilenmeyenler kadar şaşırtacak türden. Futbol meraklılarını da, futbola gıcık ya da tümüyle kayıtsız olanları da eğlendirecek serin bir ironi; kimisi iki sayfalık, kimisi üç cümlelik hınzır trajedi parodileri.
Macarca edebiyatın güçlü yazarı László Darvasi, Orta Avrupa’nın hüzünlü mizahıyla, çağdaş edebiyatın iki kült kitabının, Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol’u ile Nick Horby’nin Futbol Ateşi’nin yanına yerleşiyor.
Krisztián Grecsó - Hoş Geldin
Günlerini ortak geçmişin mucizelerini, köyün koruyucu azizlerinden kalan mirası bıkıp usanmadan araştırmakla geçiriyor, yapayalnız kalacağı güne kadar sürüyor bu çılgın araştırma. Çocukluğunu geçirdiği köyü terk etmek zorunda kalan Gergely Gallér, neler olduğunu ne için olduğunu meydana çıkarmak, mucizeleri anlamak ve kim olduğunu bulmak için bir yetişkin olarak köyüne geri dönecektir. Onun hayatını izlerken okur da sevinçlerinin, isteklerinin, hayallerinin peşinden koşuyor ve arada bir gerçekle karşılaşıp uyanıyor. Kahramanın çocukluğunun geçtiği Sáraság, geçmişte yaşamış insanların gölgelerinin gezindiği, genç kızların bir günde saçlarının ağardığı, sabahları insanların dudaklarından kelimelerin bilinçdışı döküldüğü, insanların sürekli ağızlarının kuruduğu ve yanlarında güğümlerle gezdikleri tuhaf bir yerdir. Köylülerin ölecekleri tarihlerin yazılı olduğuna inandıkları "Klein Güncesi"nin, belki geçmişte işlenen, belki şimdi ya da gelecekte işlenecek günahların, belki de hepsinin cezası bir ölüler kitabının peşinde; kuşku, güvensizlik, görüş ayrılıkları ortamında akıl dışı olaylar dizisi birbirini izler.